DÜNDEN BUGÜNE TEZHİB SANATI
“Her sanat yapıtının bir yaratıcısı vardır; ama yetkin bir sanat yapıtıysa eğer, özünde anonim bir şey vardır."
Simone Weil
Türk toplumunun sosyal, kültürel ve günlük yaşamında belirleyici bir öğe olan sanat, toplumu bir arada tutan örf, adet, gelenek, görenek ve kültürel yapı ile bir bütündür. Kültürü oluşturan, geliştiren ve gelecek nesillere aktaracak olan sanat, bu varoluşla birlikte toplumun yapısına has bir tarz da oluşturur. Orta Asya’dan Anadolu coğrafyasına göç eden bu kültür, Tezhib, Hat, Minyatür, Cilt, Çini, Kalemişi, Halı ve Dokumacılık gibi pek çok çeşit kadim sanatı da meydana getirmişlerdir. Türklerin geleneklerine, kültürüne, yaşam tarzına ve inanışına göre şekil alan bu sanatlar; geniş topraklara yayılarak gelişmiş ve yüzyıllarca varlığını sürdürmüştür. Geçmişi yüzyıllar öncesine dayanan tezhib sanatında, birçok sanatkâr, ortaya koymuş oldukları nadide eserler ve ekoller ile bu sanatın yaşamasını, gelişmesini ve günümüze gelmesini sağlamışlardır.
El yazması kitapların, albümlerin, fermanların ve hüsn-i hat levhaların altın ve boya ile yapılan kenar süslemelerine verilen isim olan tezhib, stilize ve yarı stilize doğadan yorumlanmış motiflerle yapılan süslemelerdir. Motifler, renkler ve altın, tezhib sanatını oluşturan desen ve kompozisyonlar üzerine yüklenen mana ve anlamlar simgesel olarak pek çok anlam içerir. Tezhibde kullanılan mavi renk sonsuzluğu ve huzuru, altın güneşi, rumî motifi kuş kanadını, hataî, penç bitkileri yuvarlak kompozisyonlar dünyayı, motiflerin kompozisyon içindeki devamlı tekrarı da dünyanın devamlılığını ve ritmini temsil eder. Tezhib, yüzyıllar boyunca bir kitap süsleme sanatı olarak itinayla yapılmıştır. Tezhibi yapan kişi erkek ise, “müzehhib” kadın ise “müzehhibe” olarak adlandırılır.
Kabul ettiğimiz ilk tezhip örnekleri, 8. ve 9. yüzyılda Orta Asya’da Karahoça ve Bezeklik’teki Uygur Türklerine ait duvar fresklerinde yer alır. Bu fresklerde bugün kullandığımız stilize ve yarı stilize çiçekleri, bazen yazıların kenarında bazen de bir rahibin elinde resmedilmiş olarak görmek mümkündür.
Orta Asya’nın kurak steplerinden daha verimli topraklar aramaya doğru göç eden Türkler, birçok geleneklerini de birlikte getirmiş ve yaşatmaya devam etmişlerdir. Büyük Selçuklu İmparatorluğundan sonra hâkimiyetini sürdüren Anadolu Selçukluları tezhib sanatını Anadolu’ya taşımışlardır. Selçuklular zamanında, yapılanmaya başlayan ve kendi tarzını oluşturan tezhib, hat, çini gibi sanatlarda Sahib Ata Fahreddin Ali’nin himayesindeki sanatçılar Nakkaşhâne geleneğinde çalışarak eserler üretmişlerdir. Bu nakkaşhâne geleneğinin temellerini oluşturan bir olgudur. Osmanlı İmparatorluğu İstanbul’un fethinden sonra sanat ve kültür alanında büyük bir gelişme göstermiş, Avrupa Rönesans’ını yaşarken Osmanlı coğrafyasında da klasik sanatın temelleri atılmaya başlanmıştır. El yazması eserlerin itina ile hazırlanması, bu nadide eserlerin devrin önemli kişilerine sunulmak üzere yapılması, hüsn-i hat sanatıyla birlikte tezhip sanatının da gelişmesini sağlamıştır. Bu durum, dönemin özelliklerini yansıtacak şekilde çeşitli üslupların ortaya çıkmasına da yol açmıştır.